• ŞEpnolat üst

ERZURUM KONGRESİ’NE DAHA YAKİNEN BAKMAK

  • Büyükşehir-1

23 Temmuz 1919 tarihi sadede Erzurum için değil, tüm vatanın kurtuluşu için tarihi bir gündür. 

 

 

 

O günkü Erzurum elbette bugünkü idari sınırları olan Erzurum değildi. Millî Mücadele yıllarında Erzurum Vilayeti ’ne idari taksimatta şu ilçeler bağlıydı; Iğdır dâhil Beyazıt (Doğubeyazıt), Karakilise (Ağrı), Tutak, (Patnos), Eleşkirt, Kiğı, Hasankale, Narman, Yusufeli, İspir, Bayburt, Tercan, Oltu, Tortum, Hınıs. ( M. Fahrettin Kırzıoğlu, Erzurum Kongresi, s.166). Kendisine bağlı ilçelerle beraber hemen hemen toprak bakımından Türkiye’nin en büyük vilayetlerinden biriydi. Erzurum’un kurtuluşu demek tüm ilçelerle beraber koskoca vatan parçasının yeniden kurtuluşu demekti.  

 

 

Birinci Cihan Harbinden önce şehrin kazalarıyla beraber nüfusu 815.183 bin idi. Bu nüfusun 673.297’si Türk(Müslüman), 125.657’u Ermeni, 4859’u Rum, şehir merkezinin nüfusu 21.000 kişiydi. ( Haluk SELVİ, Millî Mücadele’de Erzurum, s. 47-50). 17 Aralık 1919 yılında 415.399 bin kişiye düştü. Erzurum, savaşta yaklaşık 400.000 bin kişiyi kayıp etmişti.  

 

Albayrak Gazetesi kendisine “Vilayât-ı Şarkiye Ermenistan Olamaz.” sözünü başlık yapmıştı. Erzurum’un kurtuluşu bir yandan da bu yurdun ebedi olarak “Türk Yurdu” olmasını da sağlıyordu. Yine kurtuluşu çok zor şartlarda sağlayan şehir, ardından yaptığı kongreyle de kendinin kurtuluşu gibi, vatanın kurtuluşunun başlamasına da sebep olan ilk milli hükümet nüvesinin doğduğu ve hız aldığı “Kongre Kenti” payesini aldı. (Kazım Karabekir’in Kaleminden Doğunun Kurtuluşu, s. 183).   

Bu nedenle insani vatanperverliğin yaşandığı yerdir Erzurum. “Her yerde toprağın hususi bir kokusu varken Erzurum’da hiç de öyle değildir. Burada toprak barut kokar, kan kokar. Şeref kokar, şan kokar. Hatta bütün bir vatan kokar.”(Dr. Zeki Başar, Kurtuluş Yazılarıyla Erzurum. S.9). 

 

 ERZURUMUN DURUMU  

 

Sivas’ın Şebinkarahisar delegesi Dr. Cemil Şencan, Erzurum Kongresi günlerindeki Erzurum’u şöyle anlatır: “ Tıbbiyeyi bitirince askere gittim. Askerlik görevimi Şark cephesinde yaparken Erzurum’un bir doktora olan ihtiyacı sebebiyle kıtadan alındım ve Erzurum’da sivil doktorluk görevine verildim. Erzurum Emraz-ı Sâriye Doktoru (bulaşıcı hastalılarla mücadele doktoru) oldum. O tarihte Erzurum’un perişan, yoksul, hastalıklı halini tarif çok zordur. Önce bir hükümet doktoru ile bir sağlık müdürü bir de ben olmak üzere sadece üç doktor varken, sonra sağlık müdürü ile ikimiz kaldık. Merkez eczahanesinin bir odasına bana tahsis ettiler, sabahtan akşama kadar hasta muayene ederdim. Görevim çok ağır ve yorucuydu.)” ( Mahmut Goloğlu,  Erzurum Kongresi, İş Bankası yayınları, s. 183).  

 

DELEĞELERİN AĞIRLANMASI ve DELEĞELERİN ŞEREFİNE TEMSİL VERİLMESİ  

 

Erzurum kongresine katılan Trabzon Vakfıkebir delegesi Abdullah Hasip Bey anlatıyor: “ Erzurum’un İstanbul Kapısında büyük bir topluluk bizi heyecanla karşıladı. Arabalardan indik.  Bu toplum içinden göğsü pırıl pırıl nişanlarla süsül, altın sarısı saçlı bir paşa elimizi sıktı ve “Hoş geldiniz nerede kaldınız, sizi bekliyorduk” diye iltifatta bulundu. Bu, Mustafa Kemal Paşadan başkası değildi. Erzurum’da konaklamak için Dedeağa’nın konağını ayırmışlardı. Bazı arkadaşlarla burada kaldık. Erzurum şehrinin Hasankale kaplıcalarını gezdik. Vilayeti ve özellikle Kazım Karabekir Paşa’yı makamında ziyaret ettik ve çok teşvik gördük. Kongre sonunda Erzurum’da Kazım Karabekir Paşa Kongre Üyeleri şerefine Kümbet Meydanı’nda bir temsil verdirmişti. Programında: Anapa’nın Fethi, güreş, iki atlının süvari oyunları ve geleneksel cirit oyunları vardı. Çok güzel oldu. ( Mahmut Goloğlu,  Erzurum Kongresi, İş Bankası yayınları, s. 190).  

 

KONGRE ÜYELERİNİN TOPLU FOTOĞRAFLARININ OLMAMASI 

 

 

Yine Abdullah Hasip Bey kongre üyelerinin topluca fotoğrafının olmaması hususunda hayıflanarak şunları ifade eder : “Bu kongrenin tarih-i siyasiyemizde büyük ehemmiyeti olduğunu söyleyip, ‘binaenaleyh bir vesika olmak üzere mümessillerinin bir fotoğrafını çekelim’ demiştim. Vaktin çok tehlikeli olduğu düşüncesi ile çekilemedi ki bu büyük bir noksandır.”  (Mahmut Goloğlu,  Erzurum Kongresi, İş Bankası yayınları, s. 190).  

 

ERZURUMUN SİYASET MERKEZLERİNDEN BİRİSİ OLMASI HUSUSU ve VATANIN KURTULUŞU İÇİN EVLİLİK TEHİR EDİLMİŞTİ (MUSTAFA KEMAL VE KAZIM KARABEKİR PAŞALAR BEKÂRDILAR)  

 

Mazhar Müfit Kansu anlatıyor: “ Erzurum neresi Bitlis neresi değil mi? Kapı komşu iki vilayet. Fakat bugün bu böyle. 1335(1919)’de Bitlis ve Erzurum her bakımdan birbirinden buutlar ve mesafelerle ayrı iki şehirdi. Erzurum’da sanki güneş, nura, bilgiye kavuşmuştum. En az, bir vatandaş için memleketine, aktüaliteye ait haberleri hiç olmazsa nisbi bir süratle ve doğru dürüst öğrenmek imkânı vardı. Bunun için birdenbire ferahlamış, bir karanlık gayyasından kurtulmuşçasına rahatlamıştım.  

 

Otele yerleşir yerleşmez ilk işim, Kazım Karabekir Paşayı ziyaret etmek oldu…”  

 

Akşamüzeri otele döndüğüm zaman odamın kapısı vuruldu. 

 

 Kendisini:  

 

-Ben Kazım Karabekir Paşa hazretlerinin emir zabitiyim. Diye tanıtan bir genç subay: 

 

 -Paşa hazretleri evde sizi yemeğe bekliyorlar.  

 

Diyerek beni aldı, Paşa’nın evine götürdü. Paşa bekârdı.(Kâzım Karabekir, evlilik hayatına ancak 1924 yılında 42 yaşındayken Aydınlı Cemal Bey'in kızı İclal Hatun (1900-1954) ile adım attı). Eşyası basit ve mütevazı bir evde oturuyordu. Zeki ve nafiz bakışlı gözlerini gözlerime dikerek oda kapısında beni tebessümle ve gayet mütevazı bir misafirperverlikle karşıladı.”  (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, s.16-17) . 

 

Mustafa Kemal Paşa ise 41 yaşında İzmir’in kurtuluşundan sonra 27 yaşında olan Latife Hanımla 29 Ocak 1923’te İzmir’de Muammer Bey’in evinde, sade bir nikâhla evlendiler. Mareşal Fevzi Çakmak ve Kâzım Karabekir Mustafa Kemal’in, Mustafa Abdülhalik Renda ile Salih Bozok ise Latife Hanım’ın tanıkları idi.  

 

MUSTAFA KEMALE PAŞA’YA SİVİL ELBİSE BULMAKTA ZORLANDILAR 

 

Askeri üniformasını çıkaran Mustafa Kemal Paşa’ya, sivil elbise bulmakta zorlandılar.  

 

Sabahleyin Mustafa Kemal Paşa mazhar Müfit Kansu’ya:  

 

“-Elbiseyi ne yapacağız Mazhar? Der demez:  

 

-Kolay Paşam…  

 

Dedim. Aklıma geldi, hemen valiye gittim. 

 

 -Paşa için sizin elbiselerinizden bir tane istiyorum.  

Münir Bey bir hayli sıkıldı: -Evet, amma, Paşa hazretlerine layık, temiz bir elbise bende yok.  

 

Dedi, haksız değildi. Harp içi ve harp sonrası kimsede el dokunulmamış elbise kalmamıştı. 

 

Bununla beraber hemen akıl etti:  

 

Benim ya bir ya iki defa giydiğim bir jaket atayım var, Paşa hazretlerine onu takdim edelim.  

 

Gayet iyi.  

Diyerek jaket atayı aldım, ben de de temiz bir fes vardı. Gömlek, yaka, kravat da uydurmuştum. Paşa’nın ilk sivil kıyafetini bu suretle temin etmiştik...”  (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber s.41).  

 

KONGRE BİNASI  

 

“ Kongre delegeleri Erzurum’a gelmiş bulunuyorlardı. İçtima yeri olarak Kilise mahallesindeki mektebin salonu hazırlanmış ve Kolonel Ravlenso’nun malum tehdidi de göz önünde tutularak evvelce kaydettiğim ihtiyat tedbirlerinin hepsi alınmıştı. Hepimiz heyecan içindeydik… Erzurum Kongresi, muhakkak ki, Türk Milleti’nin makus tarihinde Şarktan doğan ve hızla bütün milli şuur ve vicdanı kendi ışığında derleyen bir güneşti……(Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, s.69-112).         

 

SİVAS KONGRESİNE GİDECEK HEYET-İ TEMSİLİYE İÇİN PARANIN TEDARİ 

 

 

 

“Erzurum kongresinden sonra Sivas’a gitmek için Nakliye vasıtası, Paşanın karargâhının nakli ve delegelerin ve sivil karargâhın yol ve iaşe masraflarını karşılayacak para. Bunların ikisi kolaydı. Zor olanı üçüncüsü idi. Yani, para. Erzurum’a geldiği zaman Paşa’nın sekiz yüz lira kadar birikmiş parası vardı. Bizlerin de beş on kuruşumuz…  

 

Tabii yol boyunca ve Sivas’ta da paraya ihtiyacımız olacak. Kasamızsa malum! Paşanın bu anda üzgün bir sima iktibas ettiğini gerçekten üzülerek hissettim. Kaşlarını çatarak ve dişlerini sıkarak gözlerini masanın üzerinde duran kahve fincanına dikti ve hafif bir sesle:  

 

-Bir de para meselesi var…. Sabah paşa Mazhar Müfidi yanına çağırır ve sevinçle -Mazhar Müfit tamam, yol paramız var.  

 

Dedi ve:  

 

-Al sana bin lira…  

 

Diyerek para destesini uzattı….  

 

-Paşam nasıl oldu bu? 

 

 Dedim. Parmağıyla dudaklarımı kapayarak:  

 

-Üzümü ye, bağını sorma . Dedi. 

 

Bu paranın nasıl tedarik edildiği daha sonraları Cevat Dursunoğlu uzun uzadıya anlatır: “Heyet-i Faale” azasından emekli Binbaşı, Hızır gibi imdadımıza yetişti. Her anlamıyla kâmil bir insan olarak tanıdığımız Süleyman Bey nasıl bir çıkmazda olduğumuzu görerek:  

 

“Çocuklar, ben bu işin çaresini buldum. Benim tasarruf edilmiş dokuz yüz liram var. Ben altmış yaşını geçmiş bir adamı. Allah’ın rızasından, milletin selametinden başka bir dileğim yok. Ben bu parayı size veririm. Fakat bu parayı verdiğimi ne Paşan ve ne de başka hiç kimse bilmeyecek. İleride Müdafaa-i Hukuk’un parası olursa veririsiniz. Olmazsa helal olsun. Ben devletin verdiği tekaüt aylığıyla geçinir giderim” dedi.  

 

Hepimizin gözleri yaşarmıştı. Bu adsız büyük adam bizi o günkü en büyük kaygımızdan kurtarmıştı. O gün Süleyman Bey parayı getirdi. Yüz lira kadar da aramızdan toplayarak bin lira yaptık ve Kazım delaletiyle Paşaya ulaştırdık. Kazım dönüşte Paşa’nın çok memnun olduğunu sevinerek anlattı. (Cevat Dursunoğlu, Millî Mücadele’de Erzurum, s. 111).  

 

Bu zorluklarla gerçekleştirilen 103’ncü yılını kutladığımız Erzurum Kongresi’ni yaparak bağımsız, şerefli ve onurlu yaşamamızı sağlayan devlet adamlarımıza, kongre üyelerine, fedakâr Türk Milletine ve onun evlatları olan aziz şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimizin önünde saygıyla eğiliyorum.  

 

Not: bu yazımı 23 Temmuz 2014 tarihinde yayınlamıştım. Yeniden bir daha okunmasını istedim.  

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.